Powered By Blogger

24 Ekim 2011 Pazartesi

Akılsız Basım...


O’na neden akılsız dedim? Gerçekten bilmiyorum. Bence Akılsız olan sadece o değildi sanırım bendim de aynı zamanda. Şimdi şöyle bir durum var ki ben hayatımda bu insandan önce, bu ‘gerçek’ insandan önce, aşk nefrete ne yakınsın kelimesini hiç ama hiç anlamamıştım. Bu insanla nefreti gördüm, o zamanlar bunu ilk defa yaşadığım için bu bana çok büyük gelmişti. Hayatımın bundan sonraki aşk safhalarına hep onu kriter yaptım ve böylelikle uzun süre kimselerden nefret etmedim. Gelgelelim eğer ileride bundan çok daha büyük bir nefret yaşayacağımı bilseydim 2 yıl boyunca ağlamazdım. Şişmanlık çok zor bir şey. Yani sağlık açısından olan kısmına değinmeme bence hiç gerek yok. Çünkü çoğu kişi bunu sadece sağlıkla sınırlandırır. Şişman olmak ve sevdiğiniz kişi tarafından beğenilmemek çok büyük bir sorun bir kadın için. Bunun öyle bir psikolojisi var ki, bence bunu herkes anlayamaz ya da anlamak için çaba sarf etmez. Bunu benim bir takıntı haline getirmiş olmamsa çok daha başka şeylere, küçüklüğüme dayanıyor diyebiliriz. Açıkçası orası bambaşka bir hikaye olur ve benim o hikayeler için yeni bir blog açmam gerekir. Akılsız benim lise aşkım. Şaşırdınız mı? Aaaahhh lise de aşık olmak başkadır. Hele ki gerçekten birine dokunduğunuzda kalbinizin sesini kulaklarınızda duyduğunuzu fark ettiyseniz… Bu gerçekten başkadır. Şöyle bir söz duymuştum bir filmde. İlk aşklar asla ama asla unutulmaz. İşe bunu kabul ederek başlamak zorundasın. Her kadın belki de her erkek ilk olanın son olmasını diler. Bende onlardandım. Ama dım… Artık değilim. Çünkü bazı şeylerin olmaması daha sonraları sizi daha çok mutlu ediyor. Bu blog u kapatmak niyetindeydim. Ama yazmaya karar verdim. Son zamanlarda yazmak bile içimdeki öfkeyi ve nefreti dindirmese de yapabilecek daha iyi bir şeyim yok.
Akılsız öyle biriydi ki, dışarıdan baktığınızda kesinlikle yakışıklı demezsiniz ama bakışları inanılmaz etkileyici. Boyu benimle neredeyse aynı ama ben şişman olduğumdan daha yapılı duruyordum ve yanımda benden kısa görünüyordu. İnsanlar bunu bile önemsemez bazen ama ben bunu kafaya takan bir insanım. Neden mi? Çünkü aslında insanlar bunu önemse ve sizin hakkınızda fısıldaşırlar. Lise 2 de aynı şubeye düştük. Hikayeye başlayalım. Lisede en yakın arkadaşım Pelin ve ben hep aynı yerde oturduk iki yıl boyunca. Öğretmenler masasının hemen karşısındaki ikinci sıra. Hepte aynı insanlar vardı etrafımızda. Lise 2 nin başlarında onu çok hatırlamıyorum o kadar dikkatimi çekmemişti. Sonraları sınıfın kapısından girerken onu izlediğimi fark ettim. Önümüzde oturan Burcuyla çok yakın arkadaşlardı. Olay şöyle başladı, bir tek bugünü çok net hatırlıyorum geri kalanlar çok bulanık. Hasta olmuş ve okula 3 gün üst üste gelmemişti. Herkes nerede diye soruyor yakın arkadaşları hasta diyor. Burcu mesaj attığından bahsederken bir deli cesaretiyle numarasını istedim ve aldım. Belki ileride olacakları bilse Akılsızıma abayı çoktan yakmış olan Burcu bana o numarayı hayatta vermezdi. Ama o gün verdi. Akşam evdeyken mesaj attım. Klasik bir geçmiş olsun mesajı. Kusura bakma geç haberim oldu dedim. Yazdığı cevap ‘Esta piti piti arkadaşım. Ne demek. İstesemde kusuruna bakamam zaten’ Ne saçma mesaj değil mi? Ama ben o mesajı okurken elimde telefonu değil kalbimi tutuyordum sanki. Evet bunu gerçekten hissetmiş olmam şimdi bana mucizeleri hatırlatıyor. Zaman içerisinde ben Akılsızla nasıl o kadar yakın arkadaş oldum, hatta Pelini nasıl ikinci plana atacak kadar onunla yakın oldum hiç bilmiyorum. O süreci gerçekten hatırlamıyorum. Ama yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu ve bunun farkında olan gözler bizi izliyordu. Akılsız sınıfımızda olan başka bir kıza ilkokuldan beri aşıkmış. Bunu herkes biliyordu da ben salak iş işten geçtikten, ona deli gibi aşık olduktan sonra duydum bunu. Onun adına da melek diyelim. Melek çıtı pıtı gözlüklü sevimli bir kız. Yani lanet olsun ki o sürtük gerçekten çok sevimliydi ve benim akılsızımı yaklaşık 4 yıldır peşinden koşturuyordu. Melek Lise 3 ün son zamanlarına kadar hiç ama hiç seneyoya dahil olmadı. Akılsız bana arada anlatırdı onu. Ama ben hep o zamanları görmezden geldim. Lise 3 e geldiğimizde artık aramızda başka bir şey olduğu belli. Ama benim aklım hiç susmuyor ve melekle kendimi karşılaştırmalarım devam ediyor. Tabii ki kaçınılmaz son. Ondan hiçbir eksiğim yok. Aksine bir 30 kilo kadar fazlayım! Akılsızın yanında onun durduğu gibi duramam. Bu düşünceyi aklınızdan nasıl atabilirsiniz? Atamıyorsunuz. Kendimi yiyip bitirecek kadar aşıkta olsam bu düşünceyi kafamdan atamadım. Lise 3 ün başlarında yine aynı yerde aynı kişiyle oturuyordum ama aklım tamamen onunla doluydu. Burcu ona aşıktı, arkamda oturan Emel ona aşıktı. Pelin ondan nefret ediyordu. Melek onu süründürüyordu. Ben… Benim için aşık olmak kelimesi az kalıyor. Onunla ilgili hatırladığım güzel şeyler var, mesela parkta hepimiz beraber otururken ellerimi sıkı sıkı tutmuştu ve kalkana kadar bırakmamıştı. Burculara gittiğimizde Burcunun yatağına uzanmıştık beraber. Kafamı sıraya koyup hastaymışım gibi yapmıştım yanıma gelip ellerini saçlarımın arasına sokmuştu kulağıma fısıldamıştı ne oldu diye. Onu kaybetmemek için çok yalan söyledim. Ama bunlara hiç gerek yokmuş aslında. O zaten benimdi ama ben bunu göremeyecek kadar Melekle çekişmeye girmiştim kafamın içinde. Yoksa kim en yakın arkadaşına “aşkım benim” diye başlayan bir mesaj atar. Birde değil bir sürü mesajında beni sevdiğini söyledi. Sakın ordan bakınca sende yazmışsındır bende seni seviyorum diye demeyin. Çünkü yazmadım. Bir kere bile. Bütün o mesajlara karşılık kurduğum en samimi cümle bi’tanem di. İster inanın ister inanmayın ama ben bunu yaklaşık 3 yıl sonra fark ettim. O kadar inandırmışım ki kendimi, normal olan bir erkeğin gelip sana çıkma teklif etmesi gerekir fikrine. Şimdi çıkma teklif edilmesi bile, çıkmak bile gereksiz geliyor. Sürekli benimle bir şeyleri konuşmasını bekledim. Ben hiçbir şey yapmadım. Gerçi yapsam belki her şey ter tepecekti. Yıllar boyu onu suçlayıp ağladım ve 3 yıl sonra aşkına karşılık vermediğim oydu sanırım dedim kendi kendime. Belki de böyleydi. Çünkü Lise 3 ün sonuna geldik ve ben ona hala çok basit bir soruyu sormamıştım “Melek’i sevdiğini söylerken neden bana aşk mesajları atıyorsun? Neden benimle saatlerce telefonda konuşuyorsun?” Ben bunları soramadan o bana okul bahçesinde “Melek le artık sevgili olduklarını söyledi” ooofff içim sıkıldı. O sınıfın o koca okulun bana bu kadar dar geleceğini bilmezdim.  Sadece güldüm ve çok sevindiğimi söyledim. O ise bana acıyarak bakıyordu. Yüzü genelde yere eğikti. Bunları o zamanlar tahlil edemedim. Şimdi edebiliyor muyum? Bilmem… Aradan 1 yıl geçti, onlar beraberken ben onunla görüşmeye, onu görmeye nasıl dayandım hiç ama hiç bilmiyorum. Üniversiteyi kazandığım yıl onun en yakın arkadaşının yaptığı bir hatayla hepsini hayatımdan çıkardım. Aklımca yeni bir sayfa açtım. O soruyu hiç soramadım. Cevabını da bilmiyorum. Amaaann amma da acıklı bir duruma soktum kendimi.  Şimdi bunlar beni hala ağlatabilir.
Herkesin bana kurduğu cümle “ aslında çok güzelsin, birazcık kilo versen….” Hay sıçayım ağzınıza. Ben birazcık kilo verseydim şu adamı kendime köpek edecektim. Adam olsa bari. Melek dediğimiz kız benim aynı odada uyuduğum sınıftaki en yakın arkadaşlarımdan biriydi. O sürtük Aliyle olan muhabbetimi bildiği için bunu yaptı. Benim uğruna 2 yıl ağladığım adamda koşarak gitti. Zayıf olsan ne olacak. Ağzına sıçacak adam yine ağzına sıçar. Sana mı acıyacak? Acımaz.
Benim aşık olduğum ve bana acı çektiren adamların ikisi de beni çok tanımaz. Mesela ikisi de şu yazıyı yazabileceğimiz bilmez. Neler yapmak istediğimi ve neler yapabileceğimiz bilemezler. Çünkü beni dinlemezler. Nedenini hiç bilmiyorum. Neyse artık sıkıldım Akılsızdan konuşmaktan. Ondan nefret bile etmiyorum, hiçbir şey hissetmiyorum ona karşı. Ahhh işte bunun nedenini söyleyebilirim. Geçen zaman içerisinde karşıma nefret edebileceğim çok daha süper bir seçenek çıktı da o yüzden.
Fransızca öğrenmeye karar verdim bu arada. Bir kitap aldım kendime…
Au revoir! (orevua:r) wuuuhhuuuu

 Kesinlikle çok düşünmemelisin!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder